Muhammed Gömük Yazdı...

KARABAĞ’IN DEŞİFRESİ

Muhammed Gömük Yazdı...
04 Ekim 2020 - 10:57
Ermenistan, Sovyet Rusya 1991’de dağıldıktan sonra Azerbaycan’a ait Dağlık Karabağ bölgesine saldırdı. Arkasına Rus askerî gücünü de alan Ermeni işgalciler, tüm Karabağ’da Hocalı Katliamı gibi vahşiliklerle kontrolü ele geçirdiler ve kanlı işgallerini pekiştirdiler. Akâbinde işgal altındaki bölgede kukla bir yönetim kuruldu, adına Artsah Cumhuriyeti dendi. Bu kukla yönetimi sadece Ermenistan tanıdı.
Karabağ Savaşı devam ederken Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) tarafından Minsk Grubu adı verilen ve Türkiye’yi bölgeden dışlarken Ermenistan’ın işgalini meşrulaştırmayı amaçlayan, eşbaşkanlarının ABD, Fransa ve Rusya olduğu tuhaf bir müzakere kurulu hayta geçirildi.
Pek tabii ki o gün bugündür Karabağ meselesinde hiç mesafe kat edilemedi. Amaçlanan da zaten buydu. Lâkin Ermenistan kaşındıkça kaşındı ve nihayet geçtiğimiz günlerde yoğunlaşan tahrikleri Azerbaycan’ın sabrını taşırdı. Şimdi ise kahraman Azerbaycan Ordusu Karabağ’ı özgürleştirmek için büyük bir operasyon yürütüyor. Aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki, Suriye’deki, Libya’daki, Ukrayna’daki gerginlikler de tam gaz devam ediyor. Böyle bir tabloda gözden kaçan noktaları da hesaba katarak çok yönlü bir analiz yapabilmek için ünlü stratejist ve siyasal fütürist İbrahim Çetin’le gündemi değerlendirdik.
Ermenistan bir devlet olarak ne ifade ediyor?
Ermenistan, Kafkasya’nın İsrail’idir. Başı mutlaka ezilmesi gereken zehirli bir yılandır. Bu yılan başını kâh Paris’te, kâh Washington’da, kâh Tahran’da, kâh Berlin’de, kâh Beyrut’ta, kâh Moskova’da gösterip hammaddesi Türk düşmanlığı olan zehrini kusmaktadır. Aynı zamanda fırsat bulsa sadece Azerbaycan’ı değil Türkiye’yi de işgal etmeye hevesli, kifayetsiz muhteris bir kafir ülkesidir.
Ermenistan neden Türkiye’ye ve Türklere bu kadar düşman?
Ermeniler Acem soyundandır. Acemler de Türk milletinin, Kürt milletinin, Arap milletinin ve tüm İslam âleminin kadim düşmanıdır. Bozuk kanlarında iflah olmaz bir hıyanet ve ağdalı bir münafıklık vardır. Bugün Şia İran’ın, Şia Azerbaycan’ı değil de Hristiyan Ermenistan’ı desteklemesinin nedeni budur ve hiç de şaşılacak bir tercih değildir.
İran’ın Ermenistan’ın tarafını tuttuğu kesin mi? Ermenistan’ın arkasında bugün tam olarak kimler var?
Rusya, Hazar Denizi kıyısındaki limanlar üzerinden İran yolunu kullanarak Ermenistan’a silah sevkiyatı yapıyor. Bunla ilgili hâlen çok sayıda video kaydı var. Başka kanıtlar da var. İran istese bu desteği engelleyebilir ama tam aksine bizatihi Rusya’ya yol açıyor. Dahası İran’ın kendisi zaten Ermenistan’a her türlü desteği veriyor. İran’ın çıkıp da “Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü savunuyoruz” demesi hiçbir şey ifade etmez. Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Bir de Ermenistan’a yoğun bir PKK’lı militan sevkiyatı yaşanıyor. Elde ciddi deliller var. Bütün bu terör unsurlarının Ermenistan’a geçişi de elbette İran üzerinden ve İran rejiminin desteğiyle olmaktadır. Ermenistan’da PKK kampları olduğunu da biliyoruz. Velhasılıkelam İran bir İslam cumhuriyeti değil fitne, fesat ve nifak cumhuriyetidir.
Ermenistan’ın arkasında bugün İran’dan başka kimler var?
Esasında Azerbaycan’ı net ifadelerle desteklediğini açıklayan dört ülkenin haricindeki tüm ülkeler Ermenistan’ın arkasındadır. Söz konusu dört ülke ise Türkiye, Pakistan, Ukrayna ve Bosna Hersek’tir. Gürcistan’ı da bu gruba dâhil edebiliriz. Bu ülkelerin haricinde kalan tüm ülkeler; ama özellikle de Rusya, Fransa, ABD, Almanya gibi ülkeler aktif olarak Ermenistan’a destek vermekteler. Bir defa Rusya’nın desteği kesinlikle tartışılamaz; Ermenistan’a ait askeri teçhizat ve savaş araç gereçlerinin çoğu Rusya’nın hibesidir. Ayrıca asla akıldan çıkartmamak gerekir ki 1990 yılının Ocak ayında Sovyet Ordusu Ermeniler ve Rusların can güvenliğinin tehlikede olduğu bahanesiyle Bakü’ye müdahale etmiş ve resmî açıklamalara göre Bakü’deki Rus katliamları sonucunda 133 soydaşımız katledilmiş, 611 soydaşımız yaralanmış, 841 soydaşımız işkencelerle gözaltına alınmış ve 5 soydaşımız kaybolmuştur.
Fransa ise elinden gelse Türkiye’yi baştan sona işgal edip Büyük Ermenistan’ı ilan edecek diğer bir kâfir ülkedir. Bugün uluslararası arenada kendini Ermenistan’ın hâmisi gören ve politikalarını bu doğrultuda geliştiren ülke Fransa’dır.
ABD (özellikle Kaliforniya eyaleti), Ermenilerin ikinci vatanı gibidir ve ABD’de Ermeniler çok güçlü lobilere sahiptir. Kim Kardashian gibi tuhaf yaratıkların harman olduğu   coğrafya da burasıdır.
Almanya ise geleneksel olarak Türk ve İslam düşmanı bir ülke olup bizim lehimize olan her şeyin karşısında olagelmiştir. Bir farkla ki onlar da aynen münafık İran gibi diplomaside tarafsız görünürler, hatta zaman zaman sizden tarafmış gibi görünürler ama perde arkasından her türlü düşmanlığı yaparlar.
Minsk Grubu’nun misyonu tamamlanmış mıdır?
Azerbaycan’ın Karabağ’ı özgürleştirme operasyonunu başlattığı 27 Eylül 2020 günü önemli bir dönüm noktası olarak tarihe geçmiştir. Bunun nedenlerinden biri tiyatrodan farksız, yararsız, anlamsız Minsk Grubu sürecinin fiilen sona ermiş olmasıdır. Bu Minsk Grubu oyalamacası çok ilginçtir; asla tarafsız olamayacak Fransa, Rusya ve ABD’nin eşbaşkanlığını yaptığı, gruba dâhil edilen diğer ülkelerin Azerbaycan ve Ermenistan’ı bir tarafa koyarsak Türkiye, Beyaz RusyaAlmanyaİtalyaPortekizHollandaİsveç ve Finlandiya gibi konuyla alakasız ülkelerin bir araya getirildiğini görmekteyiz. Bunun adı siyasette garabettir. Türkiye ve Azerbaycan hariç yığınla haçlı ülkesi bir araya gelmiş, güya Karabağ sorununu çözecekler. Böyle bir saçmalığa kimse inanmaz. Azerbaycan da inanmıyordu ama yine de sonuna kadar sabretti.
27 Eylül 2020 tarihini önemli kılan bir diğer neden ise Avrasyacılık ideolojisinin revize edilmesi gereğinin anlaşılmış olmasıdır. Dugin’in de aynı fikirde olduğunu düşünüyorum. Klasik Avrasyacılar, Türkiye’nin yerinin İran, Rusya, Çin ve diğer Avrasya ülkeleri olduğunu savunurlar. Oysaki kardeş dediğimiz Kazakistan bile Ermenistan’ın tarafında saf tuttu. Hatta İkinci Karabağ Savaşı patlak verince birdenbire Hazar Denizinde tatbikat yapası geldi. Koordinasyon eksikliğinden mütevellit bu manevralar, Şangay İşbirliği Örgütünün kuruluş felsefesini tartışmaya açık hâle getirmiştir. Türkiye ve Azerbaycan, Ermenistan’a dolaylı destek veren İran’la, tarafsızlığı sorgulanan Rusya’yla, ekonomisini Rotschildlerin (siyonistlerin) yönettiği Çin’le nasıl müttefik olacak? Karabağ’daki güncel saflaşma, Avrasyacılık fikrinin gerçek dünyada bir karşılığının olması için sıkı bir revizyondan geçmesi gerektiğini göstermiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki bizim Avrasyacılar eften püften kimseler değildir; tanıdığımız kadarıyla gayet vatansever, devletçi, milliyetçi, memleketçi, gerçek Atatürkçü, çalışkan şahsiyetlerdir. Bu kimselerin Avrasyacılık noktasında dünya görüşlerini güncelleyerek ve Türkiye’nin dinamiklerini gözeterek daha yenilikçi ve gerçekçi bir yaklaşım benimsemelerini ümit ediyoruz.
Pekâlâ madem Minsk Grubu gibi vahim bir tiyatroyla karşı karşıyayız, o hâlde Türkiye bu tiyatronun otuz yıl oynanmasına neden seyirci kaldı? Hatta Türkiye’nin Azerbaycan’a bakışı önceden acaba farklı mıydı?
Çok güzel bir soru. Turgut Özal 1992’de Hocalı Katliamı yaşandığı zaman “bunda üzülecek ne var; onlar Şii, biz Sünniyiz, onlar İran'a daha yakınlar” şeklinde tarihe kara leke olarak kazınan talihsiz bir söz sarfetmiştir. Yine mason Demirel’in vatansever lider Ebulfez Elçibey’e açıkça cephe alıp KGB ajanı Haydar Aliyev’i hunharca desteklediğini biliyoruz. Demirel, Elçibey gibi bir vatanseveri değil de Putin’le aynı rahle-i tedrisattan geçmiş bir KGB ajanını neden desteklemiştir? Bu soruların cevabını Türk Milleti gayet iyi bilmektedir. Böylesine sakat bir yaklaşımın politikaya hâkim olduğu dönemde Türkiye’nin Minsk Grubu tiyatrosunun kurulmasına ve bu tiyatronun 30 yıl boyunca oynanmasına seyirci kalması da şaşırtıcı olmamalıdır. Ancak 90’ların siyasetçileri toprak olmuştur; artık ABD’nin kuklası, Avrupa Birliği’nin şamar oğlanı olmayan, masonların istediği gibi at oynatamadığı bir Türkiye var. Tam bağımsız olma iddiasındaki yeni Türkiye’ye sadece aramıza karışmış üç beş kripto Ermeni’nin değil tüm dünyanın alışması gerekiyor. Ve bu yeni Türkiye, tüm gücüyle Azerbaycan’ın yanındadır, haçlı ordusunun karşısındadır.
Aramızdaki kripto Ermeniler kimler?
Türkiye’de 50 bin civarında kendini doğrudan ve çekinmeden Ermeni olarak tanımlayan vatandaş yaşıyor. Bunların arasında ülkeye, devlete, millete dost, Hrant Dink gibi düzgün kimseler olduğu gibi Türk düşmanlığı ile gıdalanan şovenist bir kitle de var. Bir de Ermenistan’dan gelen ve kaçak olarak çalışan 150 bin kadar Ermeni var. Bilindiği üzere epeydir sınırlarımız açık, isteyen yabancı istediği türküyü çağırarak, elini kolunu sallayarak ülkemize gelip yerleşebiliyor. Kripto Ermeni olayı ise bunların dışındadır, oldukça farklıdır.
1915’deki Tehcir Olayından sonraki süreçte Büyük Ermenistan değil de Türkiye Cumhuriyeti adında bir ulus devlet kurulunca Anadolu’daki Ermeniler ‘Türkler bizden intikam alacak korkusuyla’ kendilerini gizleme refleksi gösterdiler. Bu refleks sonucunda iki tür kripto Ermeni grubu ortaya çıktı. İlki, kendini gizlemek için Kürt nüfusun arasına karışmış ve Sünni Müslüman kisvesi giymiş, Fetullah Gülen gibi Ermenilerdir. Esas dinler elbette İslam değildir. Bunlara Pakraduni denmektedir. Abdullah Öcalan da bir Pakradunidir. PKK’yı kuran kadronun tamamı Pakradunidir. Dolayısıyla PKK, bir Kürt değil Ermeni terör örgütüdür. ASALA gibi Ermenici bir ideoloji üzerine temellendirilen PKK’yı 1978’de kuran kadroya devrin birtakım mason politikacıları nasıl, neden ve ne kadar destek vermiştir; bu sır perdesinin artık aralanması, herkesin eteğindeki taşları dökme zamanı gelmedi mi?
Öteki kripto Ermeni grup ise yine Kürtlerin arasına karışan ancak kendilerini Sünni değil Alevi olarak tanımlayan Ermenilerdir. Etnolog Hranuş Kharatyan’ın tespitleri de bunu doğrulamaktadır. Nitekim uzak tarihe baktığımızda Alevi Kürtlere pek rastlanmaz. Cumhuriyetle birlikte Alevi Kürt kisvesine bürünmüş kripto Ermeniler; MLKP, DHKP-C, TİKKO gibi terör örgütlerinin mimarı olmuşlardır. Öte yandan bu Alevi Kürt kisveli kripto Ermenilerin dedeler/pirler kültürüne, Bektaşi geleneklerine saldırarak sâfi Aleviliğe zarar verdiğine, gerçekte Alevilikle hiç ilgilerinin bulunmadığına da maalesef şahit olmaktayız.
Şu da hep gözden kaçan önemli bir husustur ki hem Pakraduni Ermeniler hem de Alevi Kürt görünümlü Ermeniler, kurdukları terör örgütleri ve yaptıkları onca bozgunculuğun yanı sıra Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türklerle Kürtlerin arasını açma, iki dost milleti birbirine düşman etme misyonunu da maalesef başarıyla gerçekleştirmişler; kendilerine her türlü desteği veren siyonistlerin çabalarını boşa çıkarmamışlardır. Zaten vahşi Batının Ermenileri bu denli sevmelerinin ve kayırmalarının nedenlerinden biri de budur.
Türkiye, kripto Ermenilerin bozgunculuğuyla nasıl mücadele edebilir?
Kripto Ermeniler bahsi bizi vatana ihanet ve vatana ihanete seyirci kalınması sorunsalına getirmektedir. Zararlı faaliyetler yürüten kripto Ermeni odaklarına ya da diğer vatan hainlerine karşı hak hukuk çerçevesinde etkin mücadele ortaya koyabilmek için Türk Ceza Kanununa “vatan hainliği” başlığı adı altında katalog bir suç türü eklenmesi elzemdir. Daha önce bu boşluğu dolduran Hıyanet-i Vataniye Kanunu maalesef 12 Nisan 1991 tarihinde mülga olmuştur. Bu mühim Kanundan rahatsız olan 1991 yılı siyasi iradesini Türk Milletinin takdirine arz ediyorum. Öte yandan şu bir gerçek ki bizim millet bol bol vatan haini üreten bir millettir. Denizde kum, bizde vatan haini diyebiliriz. Böyle bir realite varken ceza kanunumuzda vatana ihanet suçuna yer verilmemesi, vatana ihanetin tanımlanmamış ve tasnif edilmemiş olması dehşetengiz bir gaflettir. Aynı şekilde terörizm de bu ülkenin en ciddi realitelerinden biriyken terörün bir katalog suç olarak Ceza Kanununda yer almaması, terör mücadelesinin 3713 sayılı –çok yetersiz- Terörle Mücadele Kanunuyla derme çatma şekilde yürütülmesi için ısrarcı olunması akıl kârı değildir, hatta düşündürücüdür. Esasında mezkûr Türk Ceza Kanunu hukuk tekniği itibarıyla genel olarak başarılı bir kanun çalışması değildir, eleştiriye müsait yüzlerce nokta vardır. Bir başka deyişle mer’î 5237 sayılı Türk Ceza Kanununu hazırlayan ekibin hukuken, hazırlatan ekibin de siyaseten yetersiz olduğu acı bir gerçektir.
Kripto Ermenilerle ve bilimum vatan hainleriyle etkin mücadele için gerekli yasal zemin hazırlandıktan sonra atılması gereken ikinci adım ise bu yönde bir istihbâri reaksiyon geliştirmektir. Sosyal medyada binlerce hain, Ermenistan’ı savunan paylaşımlar yapıyor, bazıları da barış çığırtkanlığı yapıyor. Savaş başlamışken, hamle yapmışken, cephede üstünlük sendeyken “barış” narası atan, “savaşa hayır” diyen en büyük haindir. Bu hainlerin istihbâri metodlarla tespit edilip armut gibi toplanması ve usûlünce başlarının ezilmesi gerekir. Zira savaş zamanında düşman Ermenistan’ı savunmak, Ermenicilik yapmak, yersiz barış çığırtkanlığı yaparak haklı operasyonun karşısında durmak, asla ve kat’a ifade ya da düşünce hürriyeti addolunamaz.
İran’daki Şii Türklerin durumu ve tutumu nedir?
İran’daki Türk toplumu hakkında genelgeçer ifadeler kullanamayız. Yaklaşık 40 milyon civarındaki Güney Azerbaycan Türk’ünün çoğu Şiadır; bunlar Akkoyunluların, Karakoyunluların, Safevilerin mirasçılarıdırlar. Ancak Safevilerden sonra İran’ın Şia Türkleri Osmanlıyla yakınlaşmak istemiş, özellikle Kaçar Hanedanlığı zamanında mezhep taassubu bir tarafa bırakılarak tarihi bağların ve genetik güdülerin de etkisiyle Anadolu’daki Sünni unsurlarla bütünleşmek için çaba harcanmıştır. Ne var ki bu yakınlaşmayı kendileri için çok tehlikeli bulan İngilizler, Acemleri desteklemek suretiyle hemen araya girerek söz konusu bütünleşmeyi engellemişlerdir. Günümüzde Güney Azerbaycan’ın İkinci Karabağ Savaşı konusundaki tutumunu da bu arka plan belirlemektedir. Dolayısıyla çok milliyetçi duygularla Azerbaycan’ı destekleyen Şia Türk İranlılar olduğu gibi Acemler gibi Ermenistan’ı tutanlar da az değildir. Örneğin son karşılaştığım paylaşımlardan birinde İranlı Şia Türk genci, İsrail’le siyasi ilişkisi olduğu bahanesiyle Azerbaycan’ı değil Ermenistan’ı desteklediğini açıklıyordu. Ancak bu ve bunun gibi şahısların görmek istemediği gerçek şu ki Azerbaycan’ın İsrail’le ilişkisi varsa Ermenistan’ın da ilişkisi var; hatta Ermenistan’ın İran’ın sözde düşman olduğu tüm ülkelerle güçlü ilişkisi var. İran’la İsrail gerçekte düşman mıdır, elbette değildir; bu da ayrı mesele.
Karabağ’da süren savaşta Türkiye nasıl bir pozisyon almalıdır?
Türkiye’nin şu anki duruşu özlenen duruştur. Ancak daha aktif olunabilir. Şahsen ben olsam yüz tane tankın üstüne Azerbaycan Bayrağını çekerim, Nahçıvan’a sokarım, oradan da Karabağ’a doğru cepheye sürerim. İran’la Ermenistan’ın coğrafi sınırı mutlaka ortadan kaldırılmalıdır. İran’la teması kalmayan Ermenistan’ın aynı zamanda Rusya ile de teması kesilmiş olur. Çembere alınan Ermenistan’ın imhası kolaylaşır, Karabağ çerez olur. Bazıları bu fikrimi çok uçuk ve sorumsuz bulacaktır; zira Ermenistan’ın resmî sınır hattı, Rusya’nın hatta tüm Batının kırmızı çizgisidir, bu çizgi geçilince işin rendi değişir diyenler olabilir. Bu yaklaşım kısmen doğru olsa da çok bencil bir yaklaşımdır. Unutulmamalı ki dünyada bu işler artık oldubittiyle, uluslararası hukuku güçlülerin hukuku saymakla yürüyor. Rusya Kırım’ı işgal ederken Ukrayna’nın, Abazya’ya askerlerini sokarken Gürcistan’ın kırmızı çizgisini geçmedi mi? Veya Fransa Ruanda’da katliam yaparken insanlık onurunun kırmızı çizgisini geçnemedi mi? İsrail kafasına göre Suriye’yi bombalarken Suriye’nin kırmızı çizgisini geçmiyor mu? Yunanistan burnumuzun dibindeki adacıklara asker çıkarıp mühimmat yığarken Türkiye’nin kırmızı çizgisini geçmiyor mu? O yüzden Azerbaycan da elini güçlendirmek, gerektiğinde masaya en başı dik şekilde oturmak için Ermenistan’ın bazı bölgelerini işgal etmelidir. Hem şu anda Ermenistan’ın işgalinde olan Azerbaycan toprakları sadece Dağlık Karabağ değil, Dağlık Karabağ ile arasındaki tüm araziler ve diğer bazı bölgelerdir.
Azerbaycan kırmızı çizgiyi aşarsa Rusya Azerbaycan’a müdahale eder mi?
Rusya’nın Dağıstan hattından hatta Hazar Denizi üzerinden Azerbaycan’a müdahale etme imkân ve kabiliyeti var. Ancak bu noktada Türkiye bir çıkış yapıp “eğer Rusya Azerbaycan’a müdahale ederse biz de Ermenistan’a müdahale ederiz, saatler içinde Erivan’ı ele geçirip Ermenistan’ı haritadan sileriz” diyebilir. Bu söylem Rusya’yı ve hatta tüm Batıyı frenleyecektir. Zira Türkiye’nin de böyle bir operasyon imkân ve kabiliyeti bulunmaktadır.
Karabağ’daki savaşta Azerbaycan Ordusunu başarılı buluyor musunuz?
Açıkçası Azerbaycan Ordusunun daha seri ve kompakt hareket etmesini beklerdim. Bugün savaşın neredeyse bir haftası olacak ama henüz çok az toprak işgalden kurtarılabildi. Süreç uzadıkça haçlıların tazyiki günbegün artacaktır. Bu tazyike meydan vermemek için çok hızlı, organize ve kararlı hareket etmek gerekir. Savaş uzadıkça tablo Ermenistan’ın lehine döner. Türkiye’nin de bu sebeple öyle ya da böyle sürece dâhil olup savaşın hızla neticelenmesi için aktif katkı vermesi zarurettir. Zira bu savaş, Karabağ’ın işgalden kurtarılması için tarihi bir fırsattır, en iyi şekilde değerlendirilmelidir. Bir daha da böyle fırsat ele geçmez. İşgal toprakları tamamen kurtarılmadan masaya oturmak ise Ermenistan işgalini meşru bir zemine oturtur, Azerbaycan için büyük taktik hata olur. Bu sebeplerle Azerbaycan Ordusu genel bir süpürme hareketine girişmeli, dış dünyaya aldırmadan Ermenistan sınırına kadar tavizsiz şekilde ilerlemelidir.
Dikkatimi çeken bir diğer husus ise sahadaki maddi savaş unsurlarının psikolojik savaş enstrümanlarıyla yeterince desteklenmiyor oluşu. Daha net ifadeyle Azerbaycan psikolojik savaşta Ermenistan’ın gerisinde kalıyor. Örneğin cephede Azerbaycan’ın açık ara üstün olduğunu bildiğimiz hâlde günlerce cephe görüntülerine ulaşamıyoruz, aynı kısıtlı görüntülerle yetinmek zorunda kalıyoruz. Sıcak çatışma görüntülerine, ele geçirilen Ermeni unsurlara ilişkin çok daha fazla görsel medya çalışmasına ihtiyaç var.
Türkiye’nin konumuna dönecek olursak; Türkiye birileri tarafından çatışmaya dâhil edilmek isteniyor olabilir mi, kurulmaya çalışılan ama bizim bilmediğimiz başka denklemler var mı?
Burada nihaî hedef zaten Türkiye’dir. Ermenistan, Rusya tarafından bilinçli şekilde kışkırtılarak Azerbaycan’ı tahrik etti ve bölgede şu an kontrollü bir çatışma yaşanıyor. Türkiye böyle kritik bir çatışmaya elbette kayıtsız kalamaz ve kalmayacak. Ancak böyle olunca Türk Ordusunun dikkati ve bir miktar gücü ülkenin kuzeydoğusuna yönelecek. Doğu Akdeniz’e yoğunlaştırılması gereken güç bölünecek. Karabağ’daki çatışmanın hızla sonuçlanması bu sebeple de önemlidir. Şu anda kurulmaya çalışılan en tehlikeli denklem, kuşatılan Türkiye’ye karşı nasıl harekete geçileceğidir. G7 ve peykleri, kendi aralarında mekik diplomasisi yürüterek ortak bir yol haritası geliştirmeye çalışıyor. Bu planı bozacak yegâne faktör ise Türk Ordusunun mümkün mertebe en güçlü duruma getirilmesidir. Örneğin mevcut deniz gücümüzü çok yetersiz buluyorum, Türkiye gibi bir ülkenin on değil yüz tane denizaltısı olmalı; çünkü bizim Yunanistan gibi bir tane değil yüz tane düşmanımız var. Sadece bir düşmanı olan Yunanistan’ın deniz gücü ile bizim deniz gücümüz aşağı yukarı aynıysa durumumuz çok kritik demektir. Batı Karadeniz’de bir tane, Doğu Karadeniz’de bir tane, ihtiyat için Marmara’da bir tane, Kuzey Ege’de bir tane, Güney Ege’de bir tane, Doğu Akdeniz’de bir tane, deniz aşırıda üç tane olmak üzere toplamda en az dokuz tane çok sağlam donanmamız olmalı. Uçak gemilerimiz olmalı. Uçak gemilerimiz için milli muharebe uçaklarımız, milli tanklarımız olmalı. Silah sanayiindeki yerlileşme ve inovasyon, mevcut iktidarın yaptığı en güzel, en hayırlı icraattır; kararlılıkla devam ettirilmeli, millî politikaya dönüştürülmelidir. İnsan unsuruna da önem verilmeli, yeniden ordu-millet olabilmek için gereken tüm adımlar ivedilikle atılmalıdır. Bir ülkenin kaderini belirleyen esas unsurun ‘millet’ olduğu 15 Temmuz’da görülmüştür.
Türkiye neden kuşatıldı, neden hedefte?
Peygamber Efendimiz, kıyamet kopmadan önce meydana gelecek harikulâde olaylardan birini şöyle haber vermiştir: “Yeryüzü bütün hazinesi, altın ve gümüşten sütunlar hâlinde kusacaktır” (Müslim/Zekat, 62). Demek ki yeraltında altın ve gümüşten sütunlar hâlinde, bir başka deyişle çok büyük değerlerde hazineler bulunmaktadır. Nitekim yakın zamanlardaki gelişmelerde de Anadolu coğrafyasının muhtelif yerlerinde önemli hazinelerin bulunduğuna dâir ciddi istihbarat alınmaktadır. Son olarak Manisa Sarıgöl’de paha biçilemeyen bir hazinenin varlığı netleşmiştir. İstanbul Kanalı yapılacak sahanın altında, Ağrı Dağı altında, Bodrum açıklarında ve daha pek çok yerde göz kamaştıran saklı hazinelerin var olduğu değerlendirilmektedir. Bir küp altın gibi küçük hacimli gömülerden bahsetmiyorum. Bunlara zaten ülkenin her yerinde yaygın olarak rastlanabilmektedir. Bahsettiğim hazinelerin sadece maddi değeri olduğunu düşünmeyiniz, manevî yönden de göz kamaştırıcı özelliklere hâizler. Örneğin Tarsus’taki kazıda ele geçirilen Nazilere ait UFO’nun çıkarılması sürecinde ABD, nükleer enerjiyle çalışan bir jeneratörü kazı çalışması yapılan alana gönderecek kadar konuyla ilgilenmiştir. Bu örneği iyi düşünmek gerekir.
Öte yandan Türkiye hızla petrol ve doğalgaz zengini bir ülkeye dönüşmektedir.  Karadeniz’de keşfedilen doğalgaz kaynağının söylendiği gibi 320 milyar USD değerinde olduğu mu düşünüyorsunuz? Elbette değil. Aç kurtların iştahı kabarmasın diye önlem alınıyor. Bunların yanı sıra uranyum, toryum, volfram, bor gibi yeraltı zenginliklerimiz öteden beri Batılıların dikkatini çekmektedir. Bunca zenginlikler, küfür ehlinin koalisyon hâlinde Türkiye’ye saldırması için fazlasıyla yeter bir sebep değil mi? Kendi aralarında nasıl bir anlaşma yapacaklar veya anlaşabilecekler mi, Türkiye’ye gerçekten saldırabilecekler mi, bunları zaman içinde yaşayarak göreceğiz.
ABD’deki başkanlık seçimlerinin Türkiye’ye yönelik tehditlere etkisi ne olur?
Joe Biden, nâmı diğer Bidon Co, seçimi kazanırsa önümüzdeki birkaç yıl içinde büyük bir savaş kapımızda olacak. Trump’ın seçimi kazanması ise süreci beş-on yıl kadar uzatır ama eninde sonunda topyekûn savaş gerçeğiyle yüzleşeceğiz. Bu işin şakası yok. Ordumuz ve hükûmetimiz de gidişatın farkında ve elinden geldiğince hazırlanmaya çalışıyor.
Savaş hazırlıkları dışında alınan tedbirler var mı?
Elbette var. ABD’nin karıştırılması, Fransa’nın karıştırılması, Mısır’ın karıştırılması hatta Hindistan’ın karıştırılması gibi çok sayıda sınır ötesi operasyon itina ile yürütülüyor. Ancak bunların şimdi ifşası doğru olmaz. Bize diş bileyen ne kadar ülke varsa biz de onlara dişimizi gösteriyoruz. Yakında ABD’de Başkanlık seçimleri olacak. Rahat koltuklarınıza kurulup, fındığınızı fıstığınızı alıp süreci keyifle izlemenizi öneririm; çünkü çok enteresan gelişmelere tanık olacaksınız. Dünya sert bir viraja girdi. 2030’a kadar herkes sıkı tutunsun. Sıkı tutunamayan dengesini kaybedip savrulacak. Bu uyarım hem ülkeler hem de bireyler için geçerli.
 
Saygıdeğer dostumuz, ünlü stratejist ve siyasal fütürist İbrahim Çetin’le söyleşimizin sonuna geldik. Değerli analizleri ve paylaştığı önemli bilgiler için kendisine teşekkür ediyoruz. Anlaşıldığı kadarıyla dünyamız her geçen gün daha karmaşık hâle geliyor ve 2021’in 2020’den daha iyi geçeceğine dâir hiçbir emare görünmüyor. Biz yine de ümitliyiz.
Azerbaycan Ordusuna fetihler, zaferler, muvaffakiyetler diliyorum. Yazımı, Nuri Paşa komutasındaki İslam ordusunun 15 Eylül 1918 günü Rus ve Ermeni işgalinden kurtarılan Bakü’ye girerken söylediği Eski Ordu Marşıyla sonlandırıyorum:
 
Ey şanlı ordu, ey şanlı asker
Haydi gazanfer, ummân-ı safter
Bir elde kalkan, bir elde hançer
Serhadde doğru ey şanlı asker
 
Deryada olsa her şey muzaffer
Dillerde tekbir, Allahü ekber
Allahü ekber, Allahu ekber
İslamlar olsun dâim muzaffer

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum